Polonya’daki hikayem 2
Ekim’de başlamıştı, tam da doğum günümde. Türkiye’den, kendimden ve anılarımdan
bir süreliğine uzaklaşmanın vakti gelmişti. Hani insanlar, yaşantınız sizi
boğmaya başlar ve nereye olursa olsun alıp başınızı gidip, yeni başlangıçlar
yapmak ve bir şeylerden kaçmak istersiniz ya... İşte tam da bu zaman da Erasmus
ve Polonya sığınacağım liman olmuştu adeta. İyi ki de olmuş… Geçmişe ve
yaşanmışlıklarıma bakınca hayatımdaki en doğru kararlardan biri olduğunu
anlıyorum.
Bir yanıp aile ve
dostların özlemiyle yanıp tutuşurken, diğer yanıp sen Polonya’ya çoktan
bağlandın Türkiye’ye döndüğünde her şey eskisi gibi olacak mı diyor. İnsanlara,
şehirlere, mekanlara alışabilme yeteneğim olmadığı için alışır giderim diyorum
kendi kendime.
Ama her şeye rağmen
Avrupa’ya ve Polonya’ya dair özleyecek çok şeyim olacak. Neleri mi özleyeceğim?
Budapeşte’de yağmurlu bir akşamda Tuna Nehri’ni seyre dalmayı, Prag’da sokakta
caz dinlemeyi, Amsterdam’ın günahkar sokaklarına göz atmayı, Bratislava soğuğunda
sıcak şarap içmeyi, Paris’te Montmarter tepesinde siyahi bir sokak sanatçısından
imagine şarkısını dinleyip, Cezayirli gençlerle muhabbet etmeyi, Barcelona’nın kendini
sevdiren samimiyetini, Talin’in sevimli Old Town’unu, Roma’da Vatikan’ın
bahçesinde Bangladeşlilerle sohbeti, Riga’da balsam içmeyi, St Petersburg’un
büyük caddelerinde umarsızca yürümeyi, Varşova treninde rahiple Hristiyanlık ve
İslamiyet üzerine 3 saatlik sohbetimizi, , Berlin gettolarındaki ilginç tipleri,
Krakow’da tanımadığım bir kızla sabahlara kadar viski içişimizi, Varşova’daki
yalnızlığımı, Bialystok kuluplerindeki çakır keyif hallerimi, Polonya
gecelerini, hikayeme girenleri, günahlarımı ve nice hatırlayamadığım bütün
anılarımı özleyeceğim.
Türkiye’ye dair ise en
çok neyi mi özledim? Yeri hiçbir zaman doldurulamayacak ve bana her zaman
destek olan ailemi, Polonya’ya geldiğimden beri iletişimi koparmayan, halimi
hatrımı soran dostlarımı, sabah ezanının huzur veren sesini, Türk yemeklerini
ve Türkiye’ye dair yüzlerce şeyi…
11 ay, 15 ülke, 22
şehir, yüzlerce insan, binlerce kilometreden sonra dünyanın en güzel ülkesine
Türkiye’ye dönme zamanı artık. Bavulumda
anılarım, cebimde ise ümitlerim var. Ve biliyorum insan nereye giderse gitsin
dönüp dolaşıp yine başladığı yere geliyor. Çünkü gittiğiniz her yere kendinizi
de götürüyorsunuz ve ondan asla kaçamıyorsunuz.
Onca hikaye, anı ve özlemden sonra kısmetse 11 Ağustos cumartesi akşamı saat 22.00’da Türkiye’deyim. Türkiye’deki muhabbetimize ve hikayemize kaldığımız yerden devam etmek üzere… Bütün dostlara ve ülkeme selam.