21 Ağustos 2014 Perşembe

Prag Kokulu Kadın

Çan sesleri çalmaya başlamıştı. Prag’da gece güneşle buluşmak üzereydi. Bütün gece yağan yaz yağmuru senfoni orkestrasının son ritimlerini çalarcasına son damlalarını bırakıyordu. Belki de bütün gece kavrulan bedenlerimizi serinletmek için bu kadar hırçın yağmıştı yağmur. Bedenlerimiz ateşle kavrulsa da ruhumuz Sibirya soğuğu kadar dondurucuydu. Yanımda yarı çıplak yarı hayat uyuyordun. Sırtlarımız birbirine dönüktü. Artık iki yabancıydık; çünkü güneş doğmak ve masal bitmek üzereydi. Narodni Trida caddesindeki kilisenin çan sesleri adeta hikayemizin bittiğini ve gitmem gerektiğini söylüyordu. Yanıbaşımda uyusan da aslında aramızda kilometrelerce mesafe vardı. Bazen anılarından veya bir şeylerden kaçmak uğruna kendini bir şeylere feda edersin. Biz de kendimizi birbirimize feda etmiştik bu gece, nedensizce ve amansızca. Sırf kendimizden kaçmak uğruna. Yaşadıkça ve kaybettikçe bu feda edişler kolaylaşır. Ruhun sayısız defa pişirilmiş ve tadı kaçmış yemeğe benzer. Artık kimin pişirdiğini umursamazsın bile.

 Bütün gece gözlerinde hem şehveti hem de donukluğu görmüştüm. Kelimelerimiz susmuştu, çok az konuştuk. Biliyordum ki artık, iki insan konuştukça değil, sustukça o kadar iyi anlaşabiliyordu. Bütün gece dokunuşlarımız ve bakışlarımız konuşmuş, adeta yarım kalan hikayelerimizi kıvrımlarımızda ve parmak uçlarımızda tamamlamıştık.

Artık yanından ayrılmam gerektiğini hissettim. Çalmaya başlaya çan sesi ve susmaya başlayan yağmur sesi bunun habercisiydi. Yataktan hafif ve sessizce kalkmaya çalıştım. Seni uyandırmak istemiyordum. Vedalaşmak istemeden sessizce ayrılmak istiyordum. Çünkü vedalaşmalar bana biraz da ölümü hatırlatırdı. Pencerenin köşesinden güneş ışığı dalgalı kızıl saçlarına vuruyordu. Güneş ışığı saçlarınla, yatağın çarşafı ise teninle buluşmuş ve harikulade uyumlu görünüyorlardı. Ben ise bidaha buluşmamak üzere teninden ayrılıyordum. Saçlarını son bir kez kokladım. Saçların Prag kokuyordu. Prag kadar estetik ve bir o kadar da hikaye dolu. Odaya son kez göz attım. Yatağın kenarındaki mavi topuklu ayakkabıların, duvardaki Pink Floyd resimli saatin, odanın köşesindeki çıplak resimlerin gözüme çarpmıştı. Saat sabahın 5’ni gösteriyordu. Masanın üstünde moda dergileri ve yarım kalmış çizimler vardı. Sanırım modacıydın ya da modaya meraklı biri. Acaba tanımadığın ruhuma nasıl bir elbise çizmiştin bir an merak ettim.

 Çan sesleri ve yağmur sesi susmuştu. Son kez uyuyan vücuduna baktım. Geceden kalan mum hala yanıyordu. Onu usulca üfledim. Hoşçakal Prag kokulu kadın dedim kulağına usulca. Mum sönmüş hikayemiz bitmişti. Nereden bilebilirdim ki o sönen mum, yalnızlıktan ızdırap çektiğim gecelerde zaman zaman yanıp seni bana hatırlatacaktı. Ceketimi alıp yavaşça evden ayrıldım. Evden çıkar çıkmaz apartmanın rutubeti yüzüme vurmuştu. Sosyalizm döneminden kalma bu binada kim bilir ben kaçıncı hikayeydim unutulacak. İçimdeki rutubetle apartmandaki rutubet bir an buluştu. Bu tarihi bina adeta kulağıma bir şeyler fısıldadı: ‘Narodni sokağında bir kız var, O’nun hikayeleri var; ama geçmişi yok’’ dedi.

 Kendimi Narodni Trida caddesine attım. Sonra düşündüm. Bir kadının yüzlerce hikayesi vardır; ama aslında bir geçmişi yoktur. Çünkü bir kadın hikayeleriyle geçmişini öldürür. Tıpkı Narodni sokağındaki kız gibi. Tıpkı yüzlerce hikayenin değdiği Prag gibi. Hoşça kal Prag kokulu kadın.