5 Eylül 2018 Çarşamba

Elveda Varşova


Orhun Anıtlarında der ki: “zamanı Tanrı yaşar, insan ölmek için doğar.” Geçenin zaman değil, ömür olduğunu en iyi anladığım anlar bir kentten ve ülkeden ayrıldığım anlardır. Bu gece de o anlardan birisi. Birkaç saat sonra son dokuz ayımı geçirdiğim, kendimi ne tam içinde ne de tam dışında hissedebildiğim bu kentten, Varşova’dan ayrılıyorum. Burada eski bir ben bırakıyorum ve buradan farklı bir benle ayrılıyorum. Ceketimde hayatıma değmiş dostların izleri, tenimde Polonyalı kadınların soğuk dokunuşları, damağımda ise soplica vodkasının kekremsi tadı. Polonyalıların Tanrısı Chopin ise Nocturne’sini adeta beni uğurlamak için çalıyor bu gece.

Aklıma ise Cemal Süreya’nın dizeleri geliyor bir an: “Hayat kısa, kuşlar uçuyor.”  Sanırım içimdeki mavi kuşun uçman zamanı yaklaştı. Tam o anda evimin penceresinden giren ve odamdaki bütün hatıralarımı alıp götüren Polonya’nın meşhur sert halny rüzgarı bana mevsimin sonbahar olduğunu hatırlatıyor. İçimden fısıldayarak zaten göçmen kuşları sonbaharda başka diyarlara göç etmezler mi diyorum. O zaman tıpkı göçmen kuşları gibi, tıpkı Chris Rea’nın şarkılarındaki yolcu gibi, tıpkı Jonathan Livingston’ın kitabındaki martı gibi başka memleketlere, daha kuzeye uçma zamanı.


Elveda Varşova!