10 Ağustos 2012 Cuma

Avrupa Rapsodisi’nin Sonu


Polonya’daki hikayem 2 Ekim’de başlamıştı, tam da doğum günümde. Türkiye’den, kendimden ve anılarımdan bir süreliğine uzaklaşmanın vakti gelmişti. Hani insanlar, yaşantınız sizi boğmaya başlar ve nereye olursa olsun alıp başınızı gidip, yeni başlangıçlar yapmak ve bir şeylerden kaçmak istersiniz ya... İşte tam da bu zaman da Erasmus ve Polonya sığınacağım liman olmuştu adeta. İyi ki de olmuş… Geçmişe ve yaşanmışlıklarıma bakınca hayatımdaki en doğru kararlardan biri olduğunu anlıyorum.

Bir yanıp aile ve dostların özlemiyle yanıp tutuşurken, diğer yanıp sen Polonya’ya çoktan bağlandın Türkiye’ye döndüğünde her şey eskisi gibi olacak mı diyor. İnsanlara, şehirlere, mekanlara alışabilme yeteneğim olmadığı için alışır giderim diyorum kendi kendime.

Ama her şeye rağmen Avrupa’ya ve Polonya’ya dair özleyecek çok şeyim olacak. Neleri mi özleyeceğim? Budapeşte’de yağmurlu bir akşamda Tuna Nehri’ni seyre dalmayı, Prag’da sokakta caz dinlemeyi, Amsterdam’ın günahkar sokaklarına göz atmayı, Bratislava soğuğunda sıcak şarap içmeyi, Paris’te Montmarter tepesinde siyahi bir sokak sanatçısından imagine şarkısını dinleyip, Cezayirli gençlerle muhabbet etmeyi, Barcelona’nın kendini sevdiren samimiyetini, Talin’in sevimli Old Town’unu, Roma’da Vatikan’ın bahçesinde Bangladeşlilerle sohbeti, Riga’da balsam içmeyi, St Petersburg’un büyük caddelerinde umarsızca yürümeyi, Varşova treninde rahiple Hristiyanlık ve İslamiyet üzerine 3 saatlik sohbetimizi, , Berlin gettolarındaki ilginç tipleri, Krakow’da tanımadığım bir kızla sabahlara kadar viski içişimizi, Varşova’daki yalnızlığımı, Bialystok kuluplerindeki çakır keyif hallerimi, Polonya gecelerini, hikayeme girenleri, günahlarımı ve nice hatırlayamadığım bütün anılarımı özleyeceğim.

Türkiye’ye dair ise en çok neyi mi özledim? Yeri hiçbir zaman doldurulamayacak ve bana her zaman destek olan ailemi, Polonya’ya geldiğimden beri iletişimi koparmayan, halimi hatrımı soran dostlarımı, sabah ezanının huzur veren sesini, Türk yemeklerini ve Türkiye’ye dair yüzlerce şeyi…

11 ay, 15 ülke, 22 şehir, yüzlerce insan, binlerce kilometreden sonra dünyanın en güzel ülkesine Türkiye’ye dönme zamanı artık.  Bavulumda anılarım, cebimde ise ümitlerim var. Ve biliyorum insan nereye giderse gitsin dönüp dolaşıp yine başladığı yere geliyor. Çünkü gittiğiniz her yere kendinizi de götürüyorsunuz ve ondan asla kaçamıyorsunuz.

Onca hikaye, anı ve özlemden sonra kısmetse 11 Ağustos cumartesi akşamı saat 22.00’da Türkiye’deyim. Türkiye’deki muhabbetimize ve hikayemize kaldığımız yerden devam etmek üzere… Bütün dostlara ve ülkeme selam.