Bir yıldızını daha kaybetti Türkiye. Müzeyyen Senar;
sanat müziğinin, efkarın, anason kokusunun, Anadolu’nun öyküsünün sesinde
birleştiği kadın. Artık Türkiye’nin yıldızları birer birer kayboluyor ve bu yıldızlar
kayboldukça da Türkiye gitgide daha karanlık ve ürpertici olmaya başlıyor;
çünkü karanlığı yırtan ezgiler kayboluyor. Artık bakıyorum da, bu ülkede ne Neşet Ertaş,
ne Barış Manço, ne Zeki Müren, ne Cem Karaca, ne Tanju Okan, ne Fikret Kızılok,
ne de Aşık Mahzuni var. Ne yazık ki ortada dolaşanlar ise ya çerezlik şarkılar
yapanlar, ya da saray soytarıları. Yani bu ülke insanına sessizce ama anlamlıca
bir şeyler fısıldayan, koca bir külliyatı ve ömrü bir cümleye sığdırabilecek
kadar derinliği ve felsefesi olan sanatçıları ve şarkıları yitip gidiyor.
Artık ‘’Günah benim kime ne diyerek’’ bu topluma
sizin yasalarınıza ve törelerinize rağmen ‘’Ben’’ varım demeyi öğretebilecek bir
Müzeyyen Senar yok. Artık ‘’Cahildim dünyanın rengine kandım’’ diyerek dünya
malının gelip geçiciliğini hatırlatan bir Neşet Ertaş yahut ‘’Para pula
ihtişama aldanıp kanma dostum, içi boş
insanların bu dünyada yeri yok’’diyerek erdemin ve irfanın hala değerli olduğunu
hatırlatacak bir Barış Abimiz de yok. Yani ne saz var, ne söz var artık. Ortada Türk
Sanat Müziğinin fantezi müzikle, türkülerin ise ‘’arabada beş, evde onbeş’’
gibi anlamsız sözlerle yozlaştırılmış şekli var. Türk halkının değişen müzik
zevki onun ne kadar yozlaşmaya başladığının doğrudan göstergesi. Yani bu
yozlaşma Anadolu köylüsünün mütevazi bilgeliğinden kentte yaşayan cahilin
ukalalığına evrilen bir yozlaşma.
Geriye kalan ise sanattan ve estetikten yoksun; kültürünü,
kimliğini kaybeden, dindarlaştığını sanan; ama dinini de çok iyi bilmeyen bir
toplum. Üstüne üstlük 1980’lerden itibaren hastalıklı bir liberalleşme süreci
yaşamaya başlamasıyla para ve makam uğruna kişiliğini bile kolayca feda
edebilecek bir kitle çoktan oluştu bile. Artık Türk Sanat Müziği can çekişmekte,
Anadolu’nun o kendine özgü alimliği ise yaşlı bir çınar ağacının ölümü gibi
yitip gitmekte. Popülizme ve slogana kurban edilen, Cengiz Aytmatov’un
romanındaki gibi ‘’mankurtlaşan’’ bir toplum. Gerçek sanatçıları ve şairleri
ise köşe başında buruk ve usulca beklemekte. Çünkü cehaletin ve soytarıların
gürültüsünden kendi seslerini duyurabilecek ne güçleri ne de sayıları var. Şair
Mehmet Emin Yurdakul’un çok hoş bir sözü var: ‘’Şairleri susmuş bir millet
sevenleri öksüz kalmış bir çocuk gibidir.’’ Ne yazık ki şairlerinin ve sanatçılarının
susmuş olmasından da vahim olan, bu toplumun artık öksüz kaldığının bile
farkında olmaması.