Yanımda bütün güzelliğin ve
kıvrımlarınla öylesine uzanıyordun soğuk bir Varşova gecesinde. Dışarıda soğuk
ve yağmurlu bir hava vardı, şehir bütün karanlığı ve sessizliğiyle adeta
hikayemizi dinler gibiydi. Sözlerimiz tenlerimiz kadar yetenekli değildi
konuşma konusunda. Kelimelere dönüşemeyen dokunuşlar gibiydi. Sevişmelerimiz
dışında bir şey paylaşamaz olduk. Sarhoş olmadığımız zamanlarda ortak hiçbir şeyimiz
yoktu konuşacak. Arzularımızın yenilgisiydik birbirimiz için. Belki de
hayattaki kaybedişlerimizi ve yenilgilerimizi bir anlığına unutmanın çaresini
dokunuşlarımızda bulduk. Tıpkı hayatın olmayan sıcaklığını tanımadığım ve
tanımak istemediğim insanların dudaklarında bulduğum gibi.
Hayatıma giren insanların her
birine onlar fark etmeseler de hayali birer ruh koymuştum. Ben onları değil
hayalimdeki rollerini ve ruhlarını yaşamayı sevmiştim. Sevmek yetmemişti bunu
da öğrenmiştim. Neyin yettiğini de
bilmiyordum. Sadece tanımaktan korktuğum bedenlerde kaybolmayı tercih
ediyordum. Tercih de değildi belki de tanrısal zorunluluktu. Maçın başlama
düdüğü çaldıktan sonra sahayı terk etmek istemek gibiydi. Ama terk ettiğim
kendimdi. Ruhum bataklığa dönmüştü. İçinde gitmeyen sinekleri barındıran, kendinin
her zaman saf bir toprak olduğunu sanan ama saflığını ne zaman kaybettiğini
bile hatırlamayan. Her hayatıma giren insan beyaz kağıdı bazen siyah bazen
renkli kalemlerle boyarken bilmiyorlardı ki sayfada beyaz bir noktanın bile
kalmayacağını.
Ruhum ve kalbim yeni bir sayfanın
açılmasını beklercesine kirlenmeye ve karalanmaya devam ediyordu. Belki de
elinde bir silgi birisi gelir bütün siyah çizgileri silip yüzünün berraklığı
kadar temiz bir sayfa açardı. Belki de bu defter sıcak soba ateşinde tamamıyla
yanmayı hak ediyordu. Ama yanması için soba ateşine de gerek yoktu. Közü ve
talaşı içindeki siyah çizgilerin ateşinde vardı bile. Bir kibrit çakımı kadar
canı vardı sadece.
Kaynak:
http://www.radikalgenc.com/edebiyat/deneme-edebiyat/varsovada-bir-otel-odasinda
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder